ASHABU’L-HADİS –
EHLU’L-ESER – EHLU’L-HADİS
Aynı manada Ehlu'l-Hadîs
ve Ehlu'l-Eser tabirleri de kullanılır. Her ikisi de “hadîs ehli, hadisçiler”
manasına gelir. Kendisini Hadis İlmine adamış âlimlerle, hadis rivayetiyle
meşgul olan ravilere denir.
Hz. Nebi'in sözlerinden,
davranış ve hareketlerinden, takrir denilen ve huzurunda yahut gıyabında
başkaları tarafından yapılan işleri kabul etmesinden ibaret Sünnet, ibadet,
mu'amelat, helal-haram, ahlâk ve öteki dinî ve ictima'î konularda Kur'ân-ı
Kerim'den sonra gelen kaynaktır. Sünnet, Kur'ân’ın mücmel hükümlerini tafsil
eder; onları açıklar ve uygulama şekillerini gösterir. Bunun yanısıra Kur'ân'da
olmayan hükümler koyar.
Sünnet'in İslâm
Dini'ndeki böylesine önemli yeri müslümanları Hz. Nebi'in vefat edişinin
ardından sünneti aksettiren hadisleri toplamaya sevketmiştir. Bilhassa
fetihlerin genişlemesi sonucu çeşitli dil, din, ırk ve kültürden hayli insanın
İslâm idaresine girmesiyle ve bir takım siyasî, ictima'î, kültürel ve öteki
bazı sebeplerle müslümanlar arasında anlaşmazlıklar başgösterince hadis'in
önemi bir kat daha artmıştır. Çok geçmeden yüzlerce, binlerce müslüman hadis
rivayetiyle meşgul olmuştur. Aralarında rivayet ilminin inceliklerini bilen
alimler yetişmiştir. Hadis ilimleri ve rivayetiyle meşgul olan bu alimlere
ashâbu'l-hadis adı verilmiştir.
Birinci hicri asr'ın
sonlarına doğru tâbi'îlerden de hadisleri, rivayet yollarını, rivayetler
arasındaki farkları iyi bilen âlimler çıkmıştır. Bunların büyük çoğunluğu
herhangi bir dinî meselede Kur'ân-ı Kerim veya hadise dayanmadan hüküm vermeyi
kabul etmemişlerdir. Hal böyle olunca sünneti aksettiren hadîsleri toplamak
üzere yoğun bir faaliyet başlamıştır. Nebi s.a.v.'den rivayette bulunan
sahabîlerin bulundukları şehirlere akın edilmiş; herhangi bir yerde hadis
rivayetiyle ün salmış âlim varsa yanına kadar gidilmiştir. Bu uğurda uzun,
yorucu ve çetin yolculuklar yapılmıştır. Ashab-ı hadis'ten yüzlercesinin görev
aldığı ve bu çalışma sonucu toplanan hadisler yazılı metinlere ve kitaplara
geçirilmiştir. Böylesine yoğun faaliyet içinde toplanan, bir yanda ezberlenmek,
öte yandan yazılı metinlere geçirilmek suretiyle tesbit ve muhafaza altına
alınan hadislerin tasnifi, herbirinin ravilerini, rivayet yollarının, sıhhat
derecelerinin tesbit edilmesi ancak hadis alimlerinin yılmak bilmeyen
gayretleriyle mümkün olmuştur. Zamanla çoğalan ve sayıları yüzbinlere varan
rivayetler arasından gerçekten Hz. Nebi'e ait olanların, zayıflarından hatta
uydurmalarından ayırdedilebilmesi yine ashab-ı hadisin gayretleri ve tesbit
ettikleri kaide ve metotların sonucudur.
Hz. Nebi'in vefatından
kısa bir süre sonra müslümanlar arasında ayrılık meydana gelmesiyle oluşan
siyasî ve itikadi fırkaların herbiri kendi görüşlerini yayabilmek ve taraftar
toplamak gayreti içinde hadisleri istedikleri doğrultuda yorumladıkları gibi
görüşlerine uygun hadisler uydurmaktan da geri kalmamışlardır. Ashab-ı hadisin
yoğun mesailerinin önemli bir sonucu da burada görülmüştür. Onlar Hz. Nebi'e
ait sahih hadisleri rivayet etmekle bozguncu fikirlerin yayılmasına az da olsa
mani olmuşlardır. Böylece bir yandan islâmiyet'in özünü aksettiren sahih
hadisleri toplumun istifadesine sunarken diğer taraftan sahtelerini tesbit etmek
suretiyle İslâm'ın asıl şeklinin korunmasında büyük rol oynamışlardır.
Fıkıh ilminin ikinci
kaynağı Sünnet; dolayısıyle hadislerdir. Fıkıh alimlerinin gerek Fıkıh usûlü
kaidelerinin tesbitinde gerekse fıkıh meselelerinin çözüme bağlanmasında delil
olarak kullandıkları hadisler, ellerine ancak ashab-ı hadisin gayretleriyle
ulaşmıştır. Kısacası hadisciler bir bakıma havarilerin Hz. İsa'nın tebliğ ve
talimatlarını yaymak konusunda yaptıkları vazifeyi Hz. Nebi ve İslâm Dini için
yapmışlardır. Yüklenmiş oldukları vazife'nin önemi onlara toplum içinde haklı
bir şöhret kazandırmış ve hadis alimleri her yerde büyük itibar görmüşlerdir.
Bununla birlikte
bilhassa kelâmcılar hadiscilere şiddetle hücum ederek onları yalan ve çelişkili
rivayetler nakletmekle, dolayısıyle de ihtilafların ve fırkaların doğmasına,
müslümanların birbirlerine düşman kesilip birbirlerini küfürde itham etmeye
kadar ileri gitmelerine sebep olmakla suçlamışlardır. Onların doğrusunu
eğrisinden ayırdetmeden bütün rivayet ettikleri hadisleri nakletmeleri
sebebiyle her fırka kendi görüşüne hizmet edecek hadis bulabilmiştir. Hicaz ve
Iraklı fakihlerin fıkhın pek çok bölümünde ihtilafa düşmeleri bu yüzdendir.
Teşbih hadisleriyle Allah'a iftira etmişler; naklettikleri akıl dışı
rivayetlerle İslâm'a hücum ve onunla alay edilmesine sebebiyet vermiş; ihtida
edeceklere engel olmuşlar; tereddüt geçirenlerin daha da şüphelere dalmasına
yol açmışlardır. Bu (hadisciler) rivayet ettikleri şeyi pek az bilen ondan pek
az nasiplenen kimselerdir. İlim ve hadisin dış yüzüyle yetinirler. Kendilerine
“rivayet usulünü biliyor” denmesini kafi görmüşler “yazdığını biliyor,
bildiğiyle amel ediyor” denmesine kulak asmamışlardır.
Kelamcılarm bu tenkit ve
ithamlarına hak vermek mümkün değildir. Gerçi ashab-ı hadis, her işittiklerini
rivayet etmişlerdir. Hatta onların bu durumları “onların meseli, sırtında
kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir” anlamına gelen ayetle 89anlatılmak
istenerek hakaret konusu bile yapılmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki her
meslekten olduğu gibi hadisciler arasından da gerekli bazı özellikleri
taşımayanlar veya yetenek itibariyle zayıf insanlar çıkmıştır. Ancak böyleleri
diğer dirayet sahibi ashab-ı hadis yanında devede kulak gibidir. Kaldı ki, İbn
Abbas'ın tabiriyle söyleyelim, “ank deveye de yağızına da binilmeye başlanması
üzerine” yani, ehliyetsiz kişilerin önüne gelen rivayeti hadis diye nakletmesi
karşısında hadislerin sahihini sakîminden ayırdedebilmek için hayli kaideler
konmuş, tedbirler getirilmiştir. Bu tedbirleri alanlar, kaideleri koyanlar
ashab-ı hadistir. Kendilerini Hadis İlmine adamış olan bu müslümanlann dini bir
sorumluluk duygusu içinde hareket ettiklerine şüphe yoktur. Bunların, belki de
gördükleri vazifeden hoşlanmayan bazı mezhep mensupları tarafından hem de
genelleme yapılarak tenkit edilmeleri hiç bir İnsaf ölçüsüyle bağdaşmaz.
Şurası da var. Herhangi
bir mezhep veya görüşe taassup derecesinde bağlı ve sırf mezhebini
kuvvetlendirmek üzere veya başka maksatlarla uluorta rivayetlerde bulunanların
tamamen hasbî duygularla hadis rivayet eden ve böylece İslâm Dini'ne hizmet
etmiş olanlarla bir tutulmasına da imkan görülemez.
Ashâb-ı hadis ve
faziletlerinden bahseden eserlerden bir kaçı şunlardır:
1. Şerefu
Ashâbi'l-Hadîs, el-Hatibu'l-Bağdâdî,
2. Şerefu
Ashâbi'l-hadîs, el-Hasen b. Ahmed İbnu'l-Bennâ.
3. Menâkibu Ehli'l-Âsâr:
Ebu İsmail Abdullah b. Muhammed el-Herevî,
4. Kadiyye fi'r-Red alâ
men Âbe'l-Hadîse ve Ehlehû: Ebu Abdillah Muhammed b. Ebî Nasr el-Humeydî,
5. el-intisâr
li-Ashâbi'1-Hadîs, Ebu'l-Muzaffer Mansûr b. Muhammed es-Sem'ânî,
6. el-İntisâr
li-Ehli's-Sunneti ve'1-Hadîs: Ebu'1-Vefâ Ali b. Akîl,
7. Kitâbu Fadli
Ashâbi'l-Hadîs: Ebu'l-Kasım Ali İbnu'l-Hasen, (İbn Asâkir),
8. Menâkibu
Ashâbi'l-Hadîs: Ebu'l-Ferec Abdurrahmân b. Ali (İbnu'l-Cevzî).
9. Menâkibu
Ashâbi'l-Hadîs: Ebu Abdillah Muhammed b. Abdi'l Vâhid el-Makdisî.90
Ayrıca Bakınız: